31 Aralık 2018 Pazartesi

Yeni Yıl Niyetleri

Her yılın son ayını yeniyıl hedefleri ile kapatırım. Pek çoğumuz da öyledir sanırım. Daha sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinme, daha çok faklı şehirler görme, daha çok okuma, izleme, arkadaşlarımıza daha çok vakit ayırma, bir kursa başlama ve daha aklıma gelmeyen çokça başlangıç için 1 Ocak gününü seçme noktasında sağlam bir fikir birliği var zannediyorum. Ben bu yıl yeni hedefler belirlemeden önce yeni yılda “neleri bırakabilirim” üzerinde çalışmak istiyorum. Çünkü zaten hayat biz plan yaparken başımıza gelenler ise 2019 benden önce birşeyler düşünmüştür diye tahmin ediyorum. Öyleyse yeni takvim yılına taşımamaya niyet ettiklerimi şuraya bırakıyorum.
Kaygılarımı, korkularımı, sırtımda bana yük olan tüm duygularımı bırakıyorum.
İncinmelerime sebep olanları affediyorum.
kırdıklarım olduysa kendimi de affediyorum.
Hayal kırıklığı yaratan beklentilerimi bırakıyorum.
İşe yaramayan ama kalıplaşmış tüm fikirlerimi, inançlarımı bırakıyorum.
Akışa direnç gösteren inatçı yanlarımı bırakıyorum.
Sevgiyle...

Peki sizin 2019’ a taşımak istemeyip bırakmaya niyet ettikleriniz neler???

17 Eylül 2018 Pazartesi

Her Gün Biraz Daha Yakın

Sırada bekleyen onca kitaba rağmen, önceden okuduklarınızı bir daha bir daha okuyasınız geliyor mu zaman zaman? Bana çok oluyor böyle. Mesela Irvin Yalom okumak istedim şu sıra.

Benim, Yalom'la tanışmam 2004 yılına dayanır. Nietzsche Ağladığında ile başlayan serüvenim şu sıra ile devam etti.
  • Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri
  • Her Gün Biraz Daha Yakın
  • Divan
  • Annem ve Hayatın Anlamı
  • Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
  • Bugünü Yaşama Arzusu
  • Günübirlik Hayatlar
Kitaplığımda iki kitabı mevcut. Divan ve Her Gün Biraz Daha Yakın. Hangisini tekrar okusam diye düşündüm epey. Her Gün Biraz Daha Yakın daha ağır bastı. 



Diğer kitaplarına kıyasla beni zorlayan bir kitap olarak anımsıyorum. Yaklaşık 13- 14 yıl geçmiş üzerinden. Şimdiki izlenimim ne olacak merak ediyorum. 





Diğerlerine bakacak olursam, hepsini çok severek okumuştum ancak  Nietzsche Ağladığında'nın yerini yadsıyamam. 

Her birimize dair insani kaygıları işlediği Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri ise Yalom'la tanışmak için iyi bir başlangıç kitabı bana göre. 








Ölüm korkusunu işlediği ve kendi ölümlülüğümüzle yüzleştiğimizde hayatın güzelliklerini daha iyi anlamlandırışımızı anlattığı Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek ise ismi gibi karamsar değildir asla. 

En son okuduğum kitabı olan Günübirlik Hayatlar da, yine anlamlı bir yaşam ile yer yer ölüm temasını işlediği ve görece daha sade ve anlaşılır bulduğum kitabıdır. İyi bir başlangıç kitabı olabilir bu da. 

Son olarak, şu an okuduğum Her Gün Biraz Daha Yakın için şunu paylaşmak istiyorum.
Arka Kapak Yazısı (Tanıtım Bülteninden)
 Ginny Elkin psikiyatri dünyasının “şizoit” olarak tanımlayacağı, sorunları olan genç ve yetenekli bir yazardır. Farklı terapi türlerini deneyip ilerleme kaydedemeyen Ginny sonunda Dr. Irvin Yalom’la bire bir terapi seanslarına başlar. Terapinin bir parçası olarak da her bir seansın ardından ikisi de ayrı ayrı raporlar hazırlayıp, üzerinden altı ay geçmeden bu raporları okumayacakları konusunda anlaşırlar. Her Gün Biraz Daha Yakın, Ginny Elkin ve Irvin Yalom’un seanslar üzerine hazırladıkları bu raporlardan, terapötik ilişkileriyle ilgili kaydettikleri duygu ve düşüncelerden oluşmaktadır.

Bakalım daha önceki kadar zorlayacak mı beni?

Bir de, sizlerin en sevdiği Yalom kitabı hangisi? 

Ve bir sorum da şu: Okuduklarınız içinde  bir zaman sonra ilk kez okurmuş gibi heyecanla ve merakla okuduklarınız oldu mu benim gibi? Hangi kitaplardı bunlar? 

Sevgiyle ve kitapla kalınız :)






3 Mart 2018 Cumartesi

Büyüleyici Bağırsak

Son yıllarda hangi taşı kaldırsak karşımıza “sağlıklı beslenme” konusu çıkıyor. Evet artık her birimiz şekerin bir zehir olduğunu öğrendik. Belki yumurtadan ve kırmızı etten de eskisi kadar korkmuyoruz (Canan Karatay hocamız var olsun) ama yumurtamızı yumurtlayan tavuk serbest gezen mi, stresli mi, antibiyotikli mi diye alıyor bir merak. E ama “her canlının yumurtası ve sütü kendi yavrusu içindir” argümanıyla ufkumuzu açan veganlar var bir de (ki; aslında çoğu savunmalarını çok mantıklı bulup bir türlü uygulamaya geçiremediğim bir hareketin savunucularıdır). Üç ana- üç ara öğüncülere inat iki öğüncüler var, onu ne yapacağız? Kafalarımız iyice karışmışken pudinglerimize chia tohumu, salatalarımıza da bir tutam keten tohumu ile devam ediyoruz. Avokada, kinoa, yulaf, Hindistan cevizi yağı tarih boyunca görmediği ilgiyi görüyor. Yoğurdumuzu mayalıyoruz, e kefirin başı kel mi? Hatta daha da marifetlilerimiz sirkesini de yapıyor artık evde, malum markette satılanlarda koruyucu var. Fermantasyon da çok mühim tabi. Turşumuzu kuruyoruz, özellikle lahana turşusu olmalı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de bakteriler çıkıyor başımıza. Prebiyotik, probiyotik, psikopiyotik, antibiyotik... Hooop bakteri demişken konu illa ki bağırsağa temas ediyor.












     

Öğreniyoruz ki bağırsaklarımız ikinci beynimiz. "O da ne demek acaba" diye merak edenlerin, kısa bir araştırma ile kitaplıkları süsleyen ilgili eserler dikkatlerinden kaçmamıştır illa ki. Konu benim de ilgimi cezbedince yukarıdaki kitaplar çıktı karşıma. Büyüleyici Bağırsak'da karar kılıp kitabı edindim. Büyük bir merakla başladım, bitirdim. Taze taze de yazmak istedim.

1990 doğumlu olan yazar, bacağında açılan bir yaranın nedenini doktorların bulamayışı ile, hastalıktan bir hafta önce kullandığı antibiyotikle bağlantılı olduğunu tespit edip tıp okumaya karar veriyor. Beyin ve bağırsak arasındaki bağlantıdan etkilenmesi sebebiyle bu konuya ayrı bir önem veriyor. Araştırmalarını detaylı olarak bizlerle de paylaşıyor.

Kitap beni ortaokul ve lisedeki biyoloji derslerime götürdü. İlk bölüm yemek borusundan bağırsağa kadar organlarımızın yapısını, ikinci bölüm sindirim hadisesini ve bağırsak-beyin ilişkisini anlatıyor. Yapılan bir çok deney ve araştırmalarla desteklenen örnekler mevcut. Stres ve depresyon arasındaki bağlantı da var tahmin ettiğiniz üzere. Son bölüm ise bakterilerin dünyasına ayrılmış. Yazar eğlenceli ve kolay anlaşılır bir dil kullandığından kitapta bolca bulunan tıbbi terimler çok yadırganmıyor. Ablasının eğlenceli illüstrasyonları da hoş bir tat katmış. Sürükleyici bir kitap olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak ben, beyin ile olan bağlantısına daha geniş yer verdiği beklentisine girmişim. O sebeple eleyip de almadığım yukarıda adı geçen diğer kitaplarda da gözüm var açıkçası:)


Kitaptan şaşırtıcı bir kesit ile yazıma son vermek isterim yüksek müsaadenizle:
"Bir ülkedeki hijyen standartları ne kadar yüksek olursa, alerjiler ve bağışıklık sistemiyle bağlantılı hastalıklar da o kadar yoğun olur... 30 yıl öncesinde her on insandan birinin bir şeye karşı alerjik olduğu gözlenmiştr. Bugun ise her üç insandan biri alerjiktir. (...)”
Daha fazlası için kitabı okumanızı öneririm.

Sevgiler... 

24 Şubat 2018 Cumartesi

Mucize Sensin

Kendisini instagramdan takip ettiğim özellikle yeni ay ritüelleri ile ilgimi çekmiş olan sevgili Gülay Şahin 'in kitabını henüz bitirdim. Malumunuz, bloğuma dönüş yaptım ya kitap üzerine sıcağı sıcağına yazayım istedim.

Öncelikle bu tarz dönüşüm kitaplarına olan yaklaşımınızın kitabı sevip sevmeyeceğiniz noktasında belirleyici olduğu kanısındayım. Çünkü pek çoklarınız gibi benim de bu konuya yaklaşımım şaibeli idi esasen :) Yanılmıyorsam 10-12 yıl kadar önce okuduğum The Secret/Sır adlı kitap ile ufak ufak ilgim uyandı. O kitabı o zamanlar çalıştığım bankadaki yetkilim hediye etmişti. Yoksa ben özellikle para verip almazdım o zamanki kafamla:) Şimdi konumuz Sır değil evet ben de biliyorum ama bağlayacağım, bekleyiniz. Okuyanlarınızın da bildiği gibi ağırlıklı olarak “çekim yasası” nı anlatan Sır kitabındaki şu cümleyi dün gibi hatırlarım: “Siz inanmasanız da çekim yasası çalışıyor!” İşte bu cümle beynime dınk diye inmişti o an. “O zaman denemekten ne kaybedeceksin ki?” diye sordum kendime. Ve o gün bugündür ara ara bu tarz kitaplara yönelmiş buluyorum kendimi. İyi de geliyor, evet. He hala anlattıkları o dönüşüm gerçekleşti mi bilmiyorum ama gerçekleşmediğini de bilmiyorum.

“Mucize Sensin”e gelecek olursam, ilk olarak bakış açımı değiştirmek noktasında etkili olduğunu söylemeliyim.Zaten artık biliyoruz ki her şey bizim bakış açımızla anlamlı/anlamsız, kötü/iyi, olumlu/olumsuz... Dediğim gibi ara ara bu tarz okumalar bana iyi geliyor. Ama neden hatırlama ihtiyacına düşüyorum. Demek ki bir yerlerde hala bir eksiğim var. Ya da yaşadığım zorluklara tahammül düzeyim bazen eksilere inebiliyor. Mucize Sensin'i de böyle bir zamanda aldım. Motivasyonsuzluk ve isteksizlik halim başlamış ve nereye gideceğini kestiremediğim bir haldeyken. O sınır çok hassastır biliyorum. Anında müdahele ister. Yoksa alır başını gider, bir bakmışız diplerdeyiz. 


Kitabın bir ayrıntısı da, bu alanda yayınlanan kitapların hepsinde olmayan, nefes çalışmalarına yer vermiş olması. Henüz uygulamaya vakit ayıramadıklarım olsa da denediklerim oldu elbette. Nefes çalışmalarıyla bir süredir hayatımda olan "yoga" sayesinde tanıştım. Günlük pratiğimde daha fazla yer vermeye de kararlıyım. 

Son olarak kitapla paralel olan bendeki atılımları, ilerde de hatırlamak adına, şuraya bırakmak istiyorum:
  • Yukarıda da yazdığım üzere bakış açım daha olumlu bir hal aldı. Buna gayret ediyordum zaten ama unuttuğum bir sırada yeniden hatırlamam gerekiyordu sanırım.
  • İki yıldır yazmaya üşendiğim bloğuma tekrar yazmaya başladım.
  • Ekim ayından sonra ara vermiş olduğum yogaya tekrar başlıyorum. 

Belki bir süre sonra farkedeceğim başka minik ayrıntı da olacaktır. Hatta eminim, olacak.

"Mucize Sensin" iyi geldi bana... Okuyan/okuyacak herkese de iyi gelsin.

19 Şubat 2018 Pazartesi

İki Film

Selam...
Yine uzun bir ara vermişim yazmaya. Vermişsem vermişim canım o kısmı sorgulamak istemiyorum. 
Şimdi buradayım. Önemli olan da bu. Son zamanların en önemsenen  mevzusu da bu değil mi zaten? "Anda kalmak" hadisesi.

"İşte geldim burdayım" gingle'ının ardından konuyu hiç uzatmadan amaca doğru yol alayım. Benim yazmaktan en keyif aldığım konular kitaplar ve de filmlerdi. Hala öyle olur büyük ihtimalle. Öyleyse hemen iki film yorumu bırakıp kaçacağım. Sonrasında da kitaplar gelecek, bu defa kararlıyım. Eminim benim naçizane yorumlarım olmasa da gezegen dönmeye devam edecektir :) ama ben hep söylediğim üzere en başta kendim için yazıyorum. Hatta son yıllarda kendime en yakın hissedip en aktif olduğum sosyal medya platformu olan instagram hesabımı bile bu yüzden kullanıyorum. Kendimi kayıt altına alıyorum sanki ve nedendir seviyorum bu durumu. En azından şimdilik...

Gelelim filmlere...

İlki, Cumartesi günü izlediğim Cebimdeki Yabancı


Ferzan Özpetek filmlerinde görmeye alıştığımız ve de çok sevdiğimiz Serra Yılmaz 'ın ilk yönetmenlik girişimi olan film bir uyarlama imiş. Zaten Ferzan Özpetek'ten alışık olduğumuz Avrupai atmosfer, filmin uyarlama oluşunu da hesaba katarsak, ilk beş-on dakikada kendini ziyadesiyle hissettiriyor. Bundan rahatsız mıyız? Yoo :)

Çünkü oyunculuklar öylesine doğal ve rol seçimleri o kadar cuk olmuş ki hiç bir şey göze batmıyor. Tek tek her bir oyucuyu çok beğendim. Hatta oyunculuğunu pek de beğenmediğim ve burun kıvırdığım Belçim Bilgin'i bile ilk kez çok severek izledim. (Hayranları bana kızmasın :)) Şebnem Bozoklu'yu zaten çok beğenirdim, Bir de güzelliğinin arkasında kalmayan oyunculuğu ile  dikkat çeken Leyla Lydia Tuğutlu'yu da es geçmemek gerek. Duyguyu çok iyi vermiş. Ve son olarak Çağlar Çorumlu her rolün altından kalkabileceğini bir kez daha ispatlamış.

Oyunculukların iyi olmasından başka filmin konusu da benim çok ilgimi çekti sahiden. Her birimizin neredeyse bir organı haline geldiğini düşündüğüm cep telefonlarımız ve içindeki gizli hazine. Birbirlerini çok iyi tanıdıklarını düşünen eski dostlar, sıkı dostlar hatta. Öyleyse sadece bir akşam için, gelen tüm mesaj ve aramaları birbirlerinden gizlemeyecekler. Çünkü kimsenin gizlisi saklısı yok. neticede... Başta her şey bir oyun gibi görünse de, tahmin edildiği üzere akşam pek de keyifli devam etmeyecektir...

Özellikle bol diyalog içeren filmlerden hoşlananlar, izleyiniz... Bir de filme çok aç girmeyiniz, nefis bir sofra var. İnanın hala gözümün önünde o sofra :)

Bir de bu ayın başında izlediğim ve gerçekten de hayal kırıklığı olan Arif v 216 'dan da söz etmek istiyorum.


Filme gitmeden duyduğum pek çok kötü yoruma kulaklarımı tıkayarak, Cem Yılmaz sevgime yenik düştüm diyebilirim. Şimdi izleyeli iki haftadan da fazla bir zaman olunca uzun uzun yazacak kadar hislerim yoğun değil ama bir iki nokta üzerinde duracağım. Neredeyse tüm filmlerini izlemiş bir seveni olarak Cem Yılmaz'ın en çok hayal gücüne hayran kaldığımı söylerim. Ve kendini tekrarlamamasına. Gora serisini saymazsak, her filmde bambaşka bir Cem Yılmaz izliyor olmak ve hayal gücünün sınırsızlığı beni çok etkilemiştir. Arif v 216 'da da yine 1960'lar ile 1990'ların sevilen isimlerini senaryoda görmek güzeldi. Ancak ne yazık ki senaryoda başka güzel bulduğum ayrıntı yok gibi. Eski şarkıları çok çok severim. Bu sebepten filmin şarkılı anlarında çok eğlendim. Hele ki Ajda Pekkan'ı canlandıran Ferah Zeynep Abdullah' a doyamadım. Bunun dışında filmde yer alan yeni yan karakterleri çok itici bulmamdan tutun da konunun sadece bir robotun aşık olması üzerinden sürdürülmeye çalışılması ve ve ve en sıkıcı taraf da ikinci yarının bitmek bilmemesi gerçekten çekilmezdi... Bir de nedendir sinemayı hamam kadar ısıtırlar! İnanın fenalık geçirdik. Burada yeri gelmişken demeliyim ki; filmde de oyunda da gereksiz uzatmalara zerre tahammülüm yok sayın seyirciler. Bu sebepten çok sevsem de Hint filmlerini izlemeden hep bir korkarım mesela. Çünkü şimdiye kadar uzun olmayan bir Hint sinemasına denk gelmedim. Yani demem o ki "süre" önemle üzerinde durulması gereken bir olay. Gereğinden fazla sündürülen senaryo seyirciye eziyet olmaktan öteye geçmiyor. Tadında bırakınız sayın senarist/yönetmen/yapımcı. 

Böyleyken böyle sevgili günlük. Aslında geçtiğimiz ay içinde izlediğim filmlere de kısa kısa değinmek isterdim fakat bir çoğu vizyondan kalktı bile, o yüzden sadece kendim için şu notları alacağım müsaadenizle.

Aile Arasında: Muhteşem, hatta hala vizyonda iken bi daha izleyesim var o derece sevdim:) Hayatımda bu kadar güldüğüm başka bir film hatırlamıyorum. Kaliteli mizah anlayışı!

Loving Vincent: Çok iyi. Duygulandım izlerken. Kafa karışıklığı ile çıktım.

Daha: Etkileyici! Uzun süre etkisinden çıkamadım.

Filmlerle kalalım, şimdilik kaçtım :)





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...