30 Mart 2014 Pazar

Çekiliş Var!

Yine kadın blogger arkadaşların ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir çekilişi sizlerle paylaşıyorum.


http://www.bakimblog.com/2014/03/bakimblogcom-hediye-etkinligi.html?spref=bl

29 Mart 2014 Cumartesi

Biraz Film


Mutluluk Asla Yalnız Gelmez
                              Yönetmen:
                             Oyuncular:Sophie MarceauGad Elmaleh
                   TürKomedi , Romantik
                     ÜlkeFransa





Bir romantik-komedide "zıt kutuplar" çok kereler karşımıza çıkan bir tema olmuştur. Bu defa karşımızda başından iki evlilik geçmiş üç çocuklu ama hala "taş" bir hatun olan Charlotte ile şimdilerde hala anlık yaşam süren, üstüne üstlük -seyirciye satır arasında bildirildiği üzere- çocuklardan da hiç hazzetmediğini anladığımız Sacha'nın hikayesi var. Charlotte' un sakarlığı neticesi ile tanışan bu ikili daha işbu tanışma sahnesinde, finalde tutku dolu bir öpücükle "mutlu son" diyeceklerini belli ediyorlar elbette. Hızlı ateşlenen bu aşk ilerleyen dakikalarda dış güçler tarafından sekteye uğratılır. Başka bir deyişle yükselen bu mutluluk eğrisi inişe geçer. Derken, çiftimizin ayrılığına gönlünün razı gelmediği bir dostça su yüzüne çıkarılan gerçekler ile eğrimiz tekrar yükselişe geçer ve nihayet "mutlu son" gelir. Oh be seyirci de beklediği bu finalle derin bir nefes alır :)

Sophie Marceau ilerlemiş yaşına rağmen filme cuk oturmuş gerçekten. "Duru" denen güzellik budur! Gad Elmaleh de filmde dozunda gülümseten karelerde oldukça iyi. Sonuç olarak keyifli, rahat, kafa dağıtan, eğlendiren bir filmdi zannımca.


                  Yönetmen:
                  Oyuncular:Terence StampVanessa RedgraveGemma Arterton

Yarım Kalan Şarkı
                                       


İzlemeden önce "Yarım Kalan Şarkı" nın konusuna şöyle bir göz attığımda izlemekle izlememek arasında kararsızlık yaşadığımı söylemek isterim. Karşılaşacağım hikaye hüzünlüydü. Yufka yüreğim dayanamayabilirdi. 

Kanser hastası Marion ile kocası Arthur’un hikayesinde, aksi bir ihtiyar olan Arthur’un aksine hastalığına inat hayat dolu sevimli eşi Marion arasındaki sevgi izlenmeye değer. Tüm huysuzluğuna rağmen eşinden şevkatini esirgemeyen bu sert adam, Marion'un en büyük zevki olan yaşlılar korosuna bile hiç istemediği ve hiç anlam vermediği halde dahil olmayı kabul eder. Yani Marion'un hatırı için çiğ tavuk bile yiyecektir :) Oyuncu yaş ortalamasının oldukça yüksek olduğu filmde genç olan tek karakterimiz ise koro şefi Elizabeth'tir. Yüksek enerjili bu genç kadının, Arthur'un kabuğunu kırmasına katkısı büyüktür. 

Ara ara buğulanan gözlerle izledim elbette filmi. Hayata, ölüme, neşeye, öfkeye, her yaşta birşeylere tutkuyla sarılmaya dair... Hüzünlü, sevimli ve de sempatik. İzlenilesi...

İyi filmler hepimize...

14 Mart 2014 Cuma

Biraz Kitap, Biraz Film

Şurada paylaştığım üzere (http://peacelilyozge.blogspot.com.tr/2014/03/ey-ozgurluk.html), artık kendine çok çok daha fazla zaman ayırabilen "özgür" bir zat olarak en sevdiğim şeyleri yapmaya başladım yavaş yavaş :)

Haliyle kısa zamanda paylaşacak çok şey birikti sizlerle. Kısa kısa notlarla "taslaklar" klasöründe biriktirdiklerimi toparlayacağım canımın çektiğince :)




"Nihat Genç"in okuduğum bu ilk kitabı, farklı zamanlarda televizyon programlarında anlattıklarının bir derlemesi (imiş). "Aşk Coğrafyasında Konuşmalar"da yazar, toplumsal/siyasal olayları kendine has gözlem ve üslubu ile okurları ile paylaşırken, tarafsızlığını korumaya çalışmış. Bu tarz eserlerde yansız bakış açısı yakalamak son derece önemli. Zira, kendi çizgisini koruyarak objektif gözlemlerle topluma sunulmalı bu kırılgan mevzular.   

Geçen yıl, Kitap Fuarı'ndan aldığım ve gerçekten çok merak ettiğim "Frankenstein" ın okunma zamanı bu zamana kısmetmiş demek. Kitap hakkında öncelikle ansiklopedik bilgi:

"Mary Shelley'nin yazdığı romandır. İlk kez İngilizce olarak 1818 yılında Büyük Britanya'da yayımlanmıştır. Birçok kez sinema ve tiyatroya da uyarlanmıştır.
Felsefi bir roman olan Frankenstein, daha çok korku romanı olarak hatırlanır. Bilinenin aksine Frankenstein yaratığın değil yaratıcısının adıdır. Yaratığın bir ismi yoktur. Romanda toplum dışına itilen, kendi savaşını veren ve bu savaşta yenilen farklı insanların acıklı öyküsü anlatılmaktadır."(kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Frankenstein)
"Frankenstein, 18. yüzyıl gotik edebiyatın yapıtaşlarındandır."(kaynak:http://www.idefix.com/kitap/frankenstein-mary-shelley/tanim.asp?sid=Q7W96XLG98746JLST7M2)

Romanın kahramanı olan tıp öğrencisi "Victor Frankenstein" hastalıklara son verebilmek için yaratıcılığa soyunduğunda ortaya çıkaracağı Ucube'den kendisi de dahil tüm insanların kaçacağını bilmez elbet. Görenlerde korku ve nefret uyandıran bu ucubenin nasıl bir kalbi olduğunun ise kimse için bir önemi yoktur yazık ki. Bunca dışa itilmişlik ve yalnızlık, acımasızlık ve öfke doğurur zavallı Ucube'de. Yaratılanın yaratandan öç alma isteği kamçılanmıştır ve kötü olaylar silsilesi böylece romanımızı oluşturur.

Ben o kadar beğeniyle okudum ki kitapsever dostlarım; -daha yeni de bitirmiş olduğumdan- aslında sayfalar dolusu yazabilecek kadar yoğun hislerim şu anda. Ama okuyacak arkadaşlara haksızlık etmek istemediğimden bu kadarla bırakmak isterim. Ancak şunu demeden edemem: Yalnız bırakılışın hüznü öylesine burktu ki içimi, zannediyorum okuduğunuzda sizler de duyarsınız bunu.

Son derece derin, eşsiz bir kurgu...

En az kitap okumak kadar sevdiğim şey de film izlemek. İşte bu aralar izlediklerimden:


Başyapıt mı, sıkıntı yumağı mı?



                    Yönetmen:
                   Oyuncular:Brad PittJessica ChastainSean Penn
       TürDram , Fantastik
        ÜlkeABD

"Hayat Ağacı" ("The Tree Of Life"), şüphesiz ki üzerinde yorum yapmanın biz sıradan(!) izleyicileri zorlayacağı bir yapıt. Üç erkek çocuk sahibi Amerikan bir aileyi merkeze alan filmde otorite, sevgi, inanç ve pek çok insani konu yansıtılıyor. Baba-oğul ilişkisinin de işlendiği filmde oyunculukların gerçekten kusursuz olduğu, başrolde bulunan çocuk oyuncu "Hunter McCracken" ın performansınınsa ayrıca dikkate değer olduğunu söylemek gerek. Son derece otoriter bir baba figürünün yanında aile üzerinde pek de etkisi hissedilmeyen bir anne portresi izlemekteyiz. 

Bundan başka yönetmenin altı saati aşan çekimlerinden 140 dakikaya indirdiği filmde daha söz edecek şey çok illa ki. "Terrence Malick"in, daha önce çok beğenerek izlediğim filmi "Yeni Dünya: Amerika'nın Keşfi" ("The New World") nden de aşina olunan görsel şölen tadındaki çekimleri ise burada biraz daha doğa belgeseli tadında sunuluyor (evrenin yaratılışı, yerkürenin halleri, uzay görüntüleri gibi) diyebilirim.

Finalde, belki birkaç defa daha izlemem gerekli hissiyatını uyandırdı film bende. Haliyle çok uzun süreli bir oluşu ve de ev ortamında izlemiş olmam, illa ki beni zorladı. Tahmin ediyorum kaçırdığım noktalar olmuştur. Şimdiye kadar izlediğim hiç bir film gibi değil.


Aslında daha yazacağım birkaç film daha vardı. Ama sıkıldım. Bu yüzden şimdilik bu kadar blogcanlar. Bol kitap bol film hepimize :)

Sevgiler...

12 Mart 2014 Çarşamba

Başlıksız...



Bu acı ilk değilse de son olsun ister yürek. Ama inanamaz, güvenemez kimselere... Ve elbette biliriz ki; ateş düştüğü yeri yakar en çok.  Allah'ım bu masumun yakınlarına büyük sabırlar versin.

6 Mart 2014 Perşembe

Ey Özgürlük!

Geçtiğimiz Pazartesi günü hayatımda ufak! bir değişiklik vuku buldu sevgili blogcanlar. Olay tam olarak şu ki -657 sayılı DMK, işbu hadiseyi "Çekilme" başlığı altında düzenler- (daha anlaşılır bir dille söyleyecek olursam daaaaa); memurluktan istifa ettim. Evet, uzun zamandır yapmak istediğim ancak, -özellikle- mahalle baskısı nedeniyle ertelenen, er ya da geç yapacağımı bilsem de sadece zamanını bilmediğim, birçoklarını duyduğunda, küçük dilini yutmalarına sebebiyet verecek derecede şaşırtan "ikinci" istifa kararım da nihayet vücut bulmuş oldu. (Bu arada bu ikisinden başka iş deneyimlerim de olmadı değil ve hepsinden kendi isteğimle ayrıldım. Aralarında en çok tepki alan bu ikisi olduğundan şimdilik bunlara değiniyorum. Yeri geldikçe diğerlerini de paylaşırım elbet sevgili canlar)





İlki, özel bir bankadan bir buçuk yıl sonra istifa edişimdi. Memur olarak yaklaşık dört yıl çalışmış bir personel olarak kendi rekorumu kırmış olsam da buraya kadar dayanabildim işte:( "Dayanmak" diyorum evet, çünkü insanın sevmediği bir işte kendini var etmeye çalışması işkenceden farksız. Elbette burada kişisel beklentilerin rolü oldukça fazla, kabul etmiyor değilim. "İş" dediğimiz şey, ya benim kafamda yüklediğim kavramla örtüşmedi bir türlü ya da bu konuda talihim yaver gitmedi. Zira, sonuç hep bir hüsran/hayal kırıklığı oldu benim için. Hep bir tatminsizlik yaşadım çalıştığım yerlerde/kurumlarda. 

Hatanın nerede olduğunu bulduğumu düşündüğümde (bitirmiş olduğum fakülte sonucu elimdeki diploma) ise "artık herşey için çok geç" olduğuna inandırdım kendimi. Yanlış yolda olduğumu (kendim için yanlış yani, yoksa bu bölümü bitirdiğine memnun olan arkadaşlara haksızlık etmemeli) daha okul yıllarında dile getirmek istediğimdeyse, sanırım gereği kadar çıkmamıştı sesim, bu yüzden de yanımda bulamadım minicik bir destek. Ne orada bırakıp yeniden denemek için, ne de okul bittiğinde ikinci bir fakülte için. O ikinci şansı verseydim kendime belki herşey çok başkaydı şimdi. Kimse bilmez... Anlayacağınız sevgili dostlar, bırakmak gerek bazen!

Not: Bu yazı, içimdekileri dökmeye çalışma yazısıdır. Ne kadar uğraşsam da bunu tam anlamıyla aktaramayacağım biliyorum. Şimdilik sadece deniyorum.

Ve bu post da bu kadar, sanıyorum devam edecek...

3 Mart 2014 Pazartesi

Hoş Bir Çekiliş Varmış :)




Sevgili Tuğba -yeni bir blogger olarak- hem tanışma çekilişi olsun hem de Dünya Kadınlar Günü Hediyesi olsun demiş, bizlere hediyeler vermek istemiş. Katılmak isteyenler buyursun efenim:

http://tugbaearly.blogspot.com.tr/2014/02/tanisma-cekilisi.html?spref=bl

Sevgiler...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...